18 Kasım 2015 Çarşamba

Jim Morrison olunmaz, Jim Morrison doğulur

Jim için ne söylesem tarifsiz olacak, The Doors için ne söylesem tarifsiz kalacak, yaptıkları müziğin ve ortaya çıkardıkları işin ne derece harikulade olduğunu söyleyeceğim yalan olmayacak...

1960'lı yılların efsane grubu The Doors'un efsane solisti Jim Morrison, henüz yirmi yedi yaşındayken aramızdan ayrılarak, ardında da birçok gizemli soruyu bıraktı. Bize kalanlarsa eşsiz müziği ve söyledikleriydi.

Söyledikleri demişken, yıllar önce verdiği bir röportajın çevirisini paylaşacağım bugün sizlerle. Yazının en altında da röportajın orijinal halinin bulunduğu link yer alacak.

Röportajı okuduktan sonra Jim'in müziği dışında da, düşünceleriyle ve söylemleriyle bir ilham kaynağı olduğunu anlayacaksınız.

Huzur içinde uyu Jim Morrison...


The Doors hayranlarının seni bir kurtarıcı, kendilerini özgür kılacak bir lider olarak gördüğünü düşünüyorum. Bu sana ne hissettiriyor, ciddi bir yük değil mi?
Saçmalık. Doğrulup kendi özgürlüğünü ilân edecek cesareti olmayan birini ben nasıl özgürleştirebilirim? İnsanların özgürlüğü istedikleri iddiasının da doğru olmadığını düşünüyorum. Kime sorsanız sahip olmayı en çok istediği, en kutsal ve en değerli şeyin özgürlük olduğunu söyler. Zırvalık! İnsanlar kendilerine vurulmuş zincirlere sıkı sıkıya tutunmuş vaziyetteler ve ‘özgür bırakılma’ ihtimâli onları ürkütüyor. Korku, bu zincirleri kırmaya çalışana karşı durmayı, izin vermemeyi beraberinde getiriyor. Çünkü zincir onların güvenliği… Özgür olmayı gerçekten istemiyorlarsa nasıl olur da benden veya bir başkasından kendilerini özgür kılmamızı bekleyebilirler?

Neden insanların özgürlükten korktuğunu düşünüyorsun?
İnsanlar özgürlüğe karşı direnç gösteriyorlar çünkü bilinmeyenden korkuyorlar. (…) Tek çözüm akla gelebilecek en büyük korkuya karşı koymak, onunla(ve de kendinle) yüzleşmek. Kendini en derin korkunla ortaya çıkarmak yani. Sonrasında korkunun gücü kalmaz, özgürlük korkusu küçülür ve kaybolur. Ve artık özgürsün.





“Özgürlük” derken neyi kast ediyorsun?
Özgürlüğün farklı çeşitleri olmakla birlikte çok da yanlış anlaşılma var bu konuyla ilgili. Özgürlüğün en önemli çeşidi gerçekte ne isen o olabilmektir. Gerçekliğimizi herhangi bir role fedâ ediyoruz. Hislerimiz kezâ öyle. Hissedebilme yeteneğimizden vazgeçiyoruz ve bir maske takıyoruz. Bireysel bazda bir devrim olmadan ‘Devrim’in gerçekleşmesi mümkün değil. Devrim, önce içeride gerçekleşmeli. Bir insanın politik özgürlüğünü elinden alabilirsiniz ve bu ona pek de dokunmaz; ama hissetme özgürlüğünü elinden alırsanız bu onu paramparça eder.

Ama bir başkası benim hissetme özgürlüğümü ortadan kaldırabilecek güce nasıl sahip olabilir?
Bazı insanlar özgürlüklerini kendi elleriyle teslim ederken bazıları buna zorlanıyor. Tutsaklık hâli doğum ile başlar. Toplum, ebeveynler, hepsi doğduğun anda(ki) özgürlüğünü sana vermeyi reddederler. Bir insanı hissetme cesaretini elinden alarak cezalandırmanın şeytanca yolları mevcut. Baktığında etrafındaki herkesin gerçek hissedebilme doğalarını yok ettiğini görebilirsin. Sen de tabii çevrendekileri taklit ediyorsun.

Bizlerin aslında hissetme özgürlüğünden mahrum bırakılmış insanların toplumunu savunmak ve devam ettirmek için yetiştirilmiş olduğumuzu mu söylüyorsun yani?
Tabii.. Öğretmenler, din adamları, hatta arkadaşlar -veya ‘arkadaş’ denenler- görevi biten ebeveynlerin yerine geçiyorlar hemen. Bizden sadece kendilerinin istediği ve bekledikleri şekilde hissetmemizi talep ediyorlar. (…) Bir hayaletin peşinde koşarak erimiş oyuncular gibiyiz. Kaybolmuş gerçekliğimizin unutulmaya yüz tutmuş gölgesinin bitmek bilmeyen arayışı.. Bizden kendi istedikleri gibi olmamızı istediklerinde aslında bizim gerçek benliğimizi yok etmek istiyorlar. Şeytanî bir cinayet biçimi; bizi en çok sevenlerin yüzlerindeki gülümsemeyle işledikleri cinayet.



Bir bireyin tüm bu baskılardan kendi başına özgürleşebileceğinin mümkün olduğunu düşünüyor musun?
Böyle bir özgürlük kişiye verilemez. Kimse bunu senin için kazanamaz. Kendi başına kazanman gereken bir şey bu. Eğer kendin dışında (senin için) bunu yapacak birilerini arıyorsan hâlâ birilerine bağımlısın demektir. Hâlâ bu dışarıdaki diğerlerine karşı savunmasızsındır.

Özgürlüğü birlik olmak, güçlerini birleştirmek ve birbirlerine güç vermek amacıyla isteyenler için bu mümkün değil mi? Mümkün olmalı.
Arkadaşlar birbirine yardım edebilir. Ve gerçek bir dost kendi özgürlüğünü tamamen kendinin kazanmasına -özellikle de hissetme özgürlüğüne- izin veren kişidir. Ya da hissetmeme özgürlüğü tabii ki. O anda hissetmek üzere olduğun şey ne olursa olsun, bu tip dostlar için sorun değildir. Bu tam olarak da gerçek bir sevgidir; o kişiyi gerçekte olması istediği kişi olmasına izin vermek. Çoğu insan seni oynamakta olduğun rol için severler. Ve bu hem sevgilerinin hem de senin rolünün devamlılığı içindir. Böylece kendi yaptığın numarayı sen de sevmeye başlarsın. Evet, bir imgenin bir rolün içerisinde kapalı kalmış vaziyetteyiz ama en kötüsü insanlar buna alışmış durumdalar, maskelerine yapışık bir şekilde büyüyorlar. İnsanlar zincirlerini seviyor. Gerçek benliklerini unutuyorlar böylelikle. Ve eğer ki bunu onlara hatırlatmaya çalışırsan, en değerli şeylerini ellerinden almaya çalıştığını düşünerek senden nefret ederler.



İronik, üzücü. Peki insanlar senin yapmaya çalıştığın şeyin özgürlüğe giden yolu göstermek olduğunu anlamıyor mu?
Birçok insan ne kaçırdığının farkında değil. Toplum ‘kontrol’e ve hislerini saklama durumuna yüksek bir değer atfediyor. Bizim kültürümüz “ilkel kültürler” ile dalga geçiyor ve doğal dürtü ve güdüleri gizlemenin gururu ile dolanıyor etrafta.


Şiirlerinin birinde ilkel insanlardan övgü ve hayranlıkla bahsediyordun. Kast ettiğin şey onların belki şu anki ‘insanlık’ın dışında görüldüğü ama bizim toplumumuzun esas kusurlu ve imhacı olduğu muydu?
Diğer kültürlerin nasıl da barış içinde, doğa ile uyumlu bir şekilde yaşadığına bi’ baksana. Sırf kendi ideolojileri ile uyuşmadığı için savaş makineleri inşâ edip diğer ülkelere saldırmak üzere milyon dolarlar harcamıyorlar.










Hastalıklı bir toplumda yaşıyoruz...
Öyle. Ve hastalığın bir bölümünü de hastalıklı olanın biz olduğumuzun farkında olmamamız oluşturuyor. Toplumumuz birçok önemsiz şeye değer veriyor ve özgürlük bu listenin en sonlarında yer alıyor.








Ama sanatçının yapabileceği bir şeyler yok mu bu durumda? Eğer sen kendini hissedemezsen bir sanatçı olarak, nasıl devam edebilirsin ki?
Ben imgeler öneriyorum; bellekleri büyüleyerek hâlâ ulaşılabilir olan yolları gösteriyorum, ‘The Doors’ gibi. Ancak biz sadece kapıları açabiliriz, insanları o kapıdan geçmesi için zorlayamayız. Kendileri istemediği sürece ben kimseyi özgür kılamam. İlkel toplumlar belki de her şeyi bırakma, önemsememe hususunda daha başarılılar. Bir insan her şeyden vazgeçebilmelidir. Ona öğretilmiş olan tüm saçmalıklar toplumun beyin yıkamasından ibaret. Bunların tamamından kurtulup her şeyi diğer tarafa doğru öteleyebilmelisin. Çoğu insan bunu yapmaya istekli değil.





    Çeviren: bir papaz uçuran

             Orijinal metin: http://www.cinetropic.com/morrison/james.html
             
               #helloyasmin







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder