31 Ekim 2015 Cumartesi

Akbank Caz Festivali kapsamında Jülide Özçelik konseri

Sevgili Entel olma Kendin ol okurları, bu yazının esas amacı toplumumuza Jülide Özçelik sevgisini aşılamak ve daimi kılmaktır, muhtaç olduğunuz kudret damarlarınızdaki asil kanda mevcuttur.
Peki neden Jülide Özçelik'i sevmeliyim diye soranlarınız olduğunu duyar gibiyim. Hemen söylüyorum, ilk sebep o dünyanın en tatlı kadınlarından biri, ikinci ve en önemli sebep; iyi müzisyen. Gerçekten çok iyi müzisyen.


25. Akbank Caz Festivali kapsamında İstanbul bu yıl yurtdışından önemli isimleri de ağırladı, Bayblon Bomonti, Nardis, Wolkswagen Arena onlarca konser durağından yalnızca birkaçıydı. Elbette sizi müthiş caz bilgimle ezmek istemem fakat zaten konumuz festival değil; konumuz o festivalin ev sahipliğinde 27 Ekim 2015 tarihinde Caddebostan Kültür Merkezi'ndeki biricik Jülidemin konseri.

Kendisine duyduğum ilgi ve alakadan mütevellit, gittiğim bayram şekeri tadındaki konseriyle ilgili bir kaç görüşümü paylaşmak isterim, yüksek müsadenizle.

Kendisiyle ilgili vikipedik bilgiler paylaşıp sizi boğmayacağım, bilmenizi istediğim şey bu kadının 'kadife ses'in tanımı olduğu, sahnede konuştuğu sıralarda minicik bir kız çocuğu gibi her an utancından sahnenin arkasına kaçıp gidebileceği hissi, aslında bir caz sanatçısı olup aslanlar gibi 'Neşet Ertaş' türkülerini kendi tarzıyla yorumladığı ve malesef ve ne yazık ki şuana dek bizi sadece iki albümüyle onurlandırdığı gerçeği. Evet bilmenizi istediklerim, tam olarak bunlar.




Konser başlarken de biterken de aynıydı, kendinin ve yaptığı işin öyle farkında ve öyle duru ki ne kendini ne de müziği süsleme gereği duyuyor, ve buda onu eşsiz kılıyor.

Orkestrasındaki müzisyen arkadaşların da hakkını yemeyelim şimdi, sanatçı dendiğinde kategorize etmeyi pek sevmiyorum ama ne de olsa o bir caz sanatçısı olduğu için, konser de piyanistinden bateristine hepsi ama hepsi, gerçekten çok iyiydiler ve salondaki herkese tadından yenmez bir akşam yaşattılar.


Bu da konserden bir kare, kendi elcaaazlarımla çektim, sizler için.

Buraya da bi 'Yalan Dünya' iliştiriveriyom, yalnız dikkat edin yüksek oranda bağımlılık içerir.

Sağlıcakla kalın...        #helloyasmin



30 Ekim 2015 Cuma

Prag'da Sonbahar




Prag'da Sonbahar

Karanlık saatler neyi anımsatır size? Neyi anımsatır fısıldanan yarım sözler? İterken gün ışığına otları, çiçekleri? Robert Graves'in "Sevdaların Kışı" uzun bir acıyı mı getirir düşlerinize?
Yoksa zamansız bir kaçışı mı büyütür gözlerinizde?




Sen mutlaka bu gece Prag'da olmalısın ve Kafka'yı okumalısın...

Sabah karşı gökyüzünde yıldızlar oynaşırken mutlaka Tuna Nehri'ne bakıyor olmalısın. Charles Köprüsü'nde şafak sökerken yürümelisin. Bir öğle vakti Franz Kafka'nın doğduğu evi görmelisin. Mozart'ın Don Giovanni'yi ilk kez sahneye koyduğu Estates Tiyatrosu'nun önünde sarı saçlı, mavi gözlü kızdan bohemya kristal bebeklerinden almalısın, sonrada Antonin Dvorak Müzesi'ni gezmelisin. Eğer o saatlerde IMF karşıtı gösteriler yapılmıyorsa, müzisyen ve soytarıları seyretmelisin...

Çocuksu düşler kurmalısın, bir sabah Prag'da Tuna Nehri'ne bakarken. Bir ara geçmişe dönmelisin, gri gölgelerle kaplı 1968 Ağustos'unda Prag'da tankların paletlerinde ezilen çocukları, yıllar sonrada sosyalizmin coşkusunu düşünmelisin.




Sormalısın kendine "Ve bu mudur mutluluk?" çifte intihardan sonra yürek yüreğe karşı yeniden hayata dönmek, düzeltemek saçlarını, silmek dökülen kanı, gencecik bir kız bulup kulağına gecede "Sonsuz kadar" diye yeminler fısıldamak. Ne tartışma, ne öfke, ne pişmanlık ne de suçu paylaşma...

Ağu vardı kadehte, getiren kim bize ne! Ne ölen aşkımıza yas, ne uluyan fırtına! Karanlıklardan esen hüznün gülüşü yalnız!.. 

Bir soğuk kış manzarası çitleri kar örterken! Başını hafifçe göğe kaldır istersen bak yağmur yağıyor mu? Kafka'nın evini gezerken bir tuhaf yalnızlık yaşayacaksın! Eğer noktalı virgülleri, ünlemleri, soruları yerli yerine koyabiliyorsan inan mutlu olacaksın!

Prag'da bu Pazar ne düşünüyorsun bilmiyorum. Bilirim Prag'a sonbahar yakışır! Sende Prag'a!




Peki sen Miroslav Holub'u tanır mısın?

"Git aç kapıyı, belki bir ağaç, bir koru, belki bir bahçe ya da sihirli bir kent vardır dışarda. Git aç kapıyı, ıslak karanlıktan başka, hiçbir şey olmasa bile dışarda git aç kapıyı. Hiç olmazsa esinti olur bir parça!"




Kafka'nın evinden çıktığında ıhlamur ağaçlarının üstünde kuleler göreceksin Prag'da... Uzaklarda ağır bulutlar ve hafif yol vardır. Sonra yum gözlerinin ve düşün... Ne savaşlardan konuş ne zindanlardan... Deniz fırtınasından konuş!
Herbertin dünyasının ekseninin gıcırdayıp gıcırdamadığına bak. Çürümenin paramparça hecelerinden söz et. Adsız çocuklarımızı düşün. Yaşamın kahreden o acı bahçelerinde gezin. İnatçılığın, bencilliğin, ikiyüzlülüğün karşısında diren.

Çünkü direnmek sana yakışır!
















27 Ekim 2015 Salı

BUGUN DOGANLAR : SYLVIA PLATH

                                             

Sylvia Plath

Sylvia 27 Ekim 1932’de ABD'nin Massachusetts eyaletinde, Alman bir baba ve Amerikalı bir annenin kızı olarak dünyaya geldi. Profesör olan ani babasının ölümünün etkisinde kalan Plath ilk şiirini 8 yaşında yayımladı. Hayatı boyunca ileri derecede manik-depresif bozuklukla boğuştu.  1950 yılında bursla Smith College'de eğitim alır. Bu sırada ilk intihar girişimini gerçekleştirerek akıl hastanesine yatırılır. 1955'de mezun olarak Cambridge Üniversitesi'ne devam eder. Şiirleri okul gazetesinde yayımlanır. Burada hayatının aşkı ve belki de intiharına sebep olacak İngiliz şair Ted Hughes ile tanışır. 1956 yılında evlenirler. Çiftin iki çocuğu olur. Ancak bu evlilik Sylvia'nın çıldırışını taçlandırır. Ted Hughes'in sadakatsizliği, ikilinin arasındaki gerilim, edebi çatışmalar Sylvia'nın boşanma davası açmasına neden olur. Dava sonuçlanmadan Sylvia 11 Şubat 1963'te tekrar intihar ederek hayatına son verir. 

Bugün 27 Ekim Sylvia Plath'in doğum günü. İyi ki doğdun Sylvia.


"Bir gün bir yerde, okulda, Avrupa’da, herhangi bir yerde, o boğucu çarpıtmalarıyla Sırça Fanus’ un yeniden üzerime inmeyeceğini nasıl bilebilirdi. O Sırça Fanus ki içinde ölü bir kelebek gibi tıkanıp kalmış biri için dünyanın kendisi kötü bir düştür."


"Sırça Fanus" Sylvia Plath'in kendi ruhsal bunalımından da izler taşıyan Ocak 1963'te "Victoria Lucas" takma adıyla yayımlanan tek romanı. Kitabın orijinal ismi: "The Bell Jar". Yazarın intiharından sonra gerçek ismiyle yayımlanmaya başlamış ve büyük bir ilgiyle karşılanmıştır. Sırça Fanus eleştirmenler tarafından ilk Amerikan feminist romanı olarak değerlendirilir. 




"Bir erkeğin evlenmeden önce bir kadına verdiği tüm güllere, öpücüklere ve akşam yemeklerine karşın, gizliden gizliye istediği tek şey, evlilik işlemleri biter bitmez kadının mutfak paspası gibi ayaklarının altına serilmesiydi."


Sylvia Plath'i hayatına son vermeye iten sebeplerden belki de en barizi eşinin ihanetidir. 1961 yılında Hughes çiftine Wevill ailesinin komşu olur. Ted Hughes'in kadın şair Assia Wevill arasında bir ilişkinin başlaması, Plath'in sonunu hızlandıran etmenlerden birine dönüşür.




"İki kişinin birbirine gitgide daha fazla kapılışını seyretmekte moral bozan bir şeyler vardı, özellikle odadaki tek fazla insansan."


11 Şubat 1963 günü Sylvia Plath uyumakta olan çocuklarının yanına süt ve kurabiyelerini bırakır. Kapının tamamen kapandığından emin olur. İçeri gaz girmemesi için kapının aralıklarını bantlarla tamamen kapatır. Ardından mutfağa geçip fırının gazını açıp kafasını fırının içine sokarak intihar eder. 



 "Kendimi duygusuz ve boş hissediyordum, aklım, paramparça olmuş hayallerimin kırıntılarıyla doluydu."



26 Ekim 2015 Pazartesi

Film Tavsiyesi: Who Am I

 KÜNYE
FİLM ADI : Who Am I - Kein System ist sicher / Who Am I - No System Is Safe
YAPIM YILI : 2014
TÜR : Gerilim
SÜRE : 102 dk
YÖNETMEN : Baran bo Odar
OYUNCULAR : Tom Schilling, Trine Dyrholm, Stephan Kampwirth, Hannah Herzsprung, Elyas M'Barek
ÖZET :  Genç bir bilgisayar dehası olan Benjamin, sadece Almanya’da değil dünya çapında tanınan biri olmak istemektedir. Yer altı bir hacker grubu, Benjamin’i aralarına katılmaya çağırınca, Benjamin bu tehlikeli teklifi kabul eder ancak bu tehlikeli oyunlarda başına geleceklerden habersizdir.

Özet’ine bakınca en başta izleyip izlememek konusunda biraz çekimser kaldım açıkçası. Sonuçta hacker grupları, bilgisayar kodlamaları ne anladığım ne de ilgimi çeken bir konu aslında. Ama yine de insanın ağzını açıkta bırakan finaliyle sanırım son yıllarda kendini tekrar edip duran filmler arasından çıkmayı başarmış durumda.  Hikayenin baş kahramanı Benjamin bir çok filmde kendisinden hiç beklenmediği halde büyük işler başaran o tiplerin özelliklerine sahip. Hatta ilk başta izlerken insan; işte hiç göstermese de dünyayı kurtaracak sisteme kafa tutacak ama daha bir “Merhaba” demekten aciz arkadaş bu işte diye anlıyoruz gidişatı ve başlıyoruz Benjamin’in nasıl büyük bir değişim yaşayacağını izlemeye. Asosyal, işi gücü bilgisayar olan, geçmişinde aile travması yaşamış, ne arkadaşı ne bir sevgilisi olan o ağzından hiçbir cümle çıkmayıp insanı izlerken deli eden “ee hadi bir şey söyle artık” diye kudurtan cinsten tüm benzeri filmlerdeki esas oğlanlarla aynı özelliklere sahip Benjamin. Bu bakımdan insanı biraz yoruyor açıkçası film. Sonuçta bu tip karakterlere artık çok aşinayız artık. Böyle bir karakteri görünce devamında gelecek olan olayları az çok tahmin edebiliyoruz. Derken Max karşımıza çıkıyor. Benjamin’in tam tersi özelliklerine sahip Max gayet rahat, özgüvenli, bır bır konuşup hiç susmayan, pervasız, umursamaz, kadınlarla arası iyi, arkadaşları olan bir karakter. Bizim temiz yüzlü içe kapanık evladımızla tek ortak noktası bilgisayarlara olan düşkünlüğü. İkisinin yollarının kesişmesiyle hikaye başlıyor. Yalnız bu noktada oyuncuları kesinlikle tebrik etmek gerekiyor. Rollerinin hakkını dolu dolu vermişler. Hiçbir karakter sırıtmıyor. İzlerken insanı rahatsız etmiyor.



Hemen bir hacker grubu kuruluyor, isim bulunuyor ufak işlerle isim yapmaya başlıyorlar. Hiç bir sistemin güvenli olmadığını bas bas bağırıyorlar.  Ardından daha büyük tehlikeli işlerin içine giriyorlar. Derken olaylar hızla gelişmeye başlıyor. Tabi arada kurguda biraz zorlamalarda yok değil. Hikayenin sürekliliği kimi zaman tıkanıyor. Filmin sonuna doğru aslında devamlılıkta büyük kopuşlar var gibi ama şok etkisi yaratan finalle bu kusurlara pek fazla takılmıyorsunuz. Filmdeki belki de en yaratıcı kısım hackerların anonim olarak takıldıkları internet ortamının tasarımıydı. Daha önce hiçbir filmde şahit olmadığımız orijinal bir mecra yaratmışlar. Bu sahneler internetle fazla haşır neşir olmayanların teknik kısımları daha iyi anlaması için somut bir gösterim olmuş.  Ayrıca böyle özgün sahnelere filmlerde pek rastlamadığımızdan çok da şahane duruyor.   
Sonuç olarak gerilimini kaybetmeyen dinamik bir yapısı var filmin. Bilgisayar, hacker, kodlama falan hiç bana göre değil diyerek izlememezlik yapmayın çünkü teknik terimlerle ilgili karmaşık ifadeler kesinlikle yok. Final de “anlaşıldı burdan Fight Club’a bağlıyoruz” diye düşündüğümüz anda bir şok etkisi daha yaşayıp bambaşka bir sonla karşılaşıyoruz. Şimdiden iyi seyirler…  #bonjourasli



25 Ekim 2015 Pazar

Emrah Saka Röportajı


Jeoloji mühendisi bir adam, asıl işiyse müzik. Radyonuzu açtığınızda hiç de yabancısı olmadığınız bir ses, Emrah Saka. Bakalım bize neler anlatmış?








Emrah merhaba; sana birbirinden eğlenceli, hiç sıkılmadığın cevaplayacağın sorular soracağız, üstelik bu bloğun ilk röportajı...Öncelikle Emrah Saka neler yapar, çok kısa tanıyalım seni?
                           
Emrah Saka aslinda yuksek jeoloji muhendisi. Ustune de radyo televizyon yuksek lisans yapti. 1992 den radyo, tv programlari, dublaj, ozel roportajlar yapiyor.


Radyo programcılığının dışında birçok farklı şey yapıyorsun ve bunların içinde belki de en cezbedici olanı dünyaca ünlü isimlerle yaptığın röportajlar. İçlerinden en etkileyici olanını bizimle paylaşmanı istesek?

Pek cok kisi ile röportaj yaptim. Aralarinda Arnold Schwardzenegger ve Depeche Mode beni en cok etkileyenlerdir. Yaptigim isleri www.emrahsaka.com da topluyorum.


Radyocu olmanın en keyifli yanı nedir?

Tanimadigin bir insanla iletisim kurabilme sansi. Dinleyici bana bu firsati veriyor ve radyoyu aciyor. Bana deger veren birine herkesin soyledigi seyleri soylersem olur mu? Beni sectiyse onu hakli cikarmaya calisirim. 


Muazzam bir arşivin olduğuna eminiz ve mutlaka 5’le sınırlı tutamayacak kadar da favori şarkın olduğuna. Ama biz senden ilk 5’i istesek, hangileri olurdu?
İlk 5 ve son 5 her zaman Depeche Mode'tur.


Türkiye’de müzik gerçekten müzik mi? Son yıllarda hızla artan dj olma tutkusunu ve gençlerin müziğe olan ilgisini nasıl değerlendirirsin?
Radyo programciligi ve club Dj'ligi farkli seyler. Farkli olamiyorsan asansorde fotograf cekenlerden de farkin kalmaz. 


‘Bence hak ettiği yerde değil/değiller’ dediğin bir müzisyen ya da müzik grubu var mı? Ve neden böyle düşünüyorsun?

The Chvrches i cok seviyorum bu aralar. Daha iyi yerlere geleceklerine inaniyorum.



Son yıllarda İstanbul bir çok ünlü müzisyen ve grubu misafir etme şansına sahip oldu. Peki sence, etkınlıklerde göze çarpan eksiklikler neler, konser ve festival ruhunu tam olarak yaşayabiliyor muyuz dersin?

Ayni saha aktiviteleri ile suslu organizasyonlari secmek istemiyor kimse. Fotograf ve video cekmeye gelenlerin, gercekten muzik dinlemek isteyenlere saygili olmasi taraftariyim.


Hayatından müziği çıkarsak yerine başka bir şey koymanı istesek, bu ne olurdu?

Bunu muzige sormustum bir zamanlar. Sonsuza dek birlikte olacagiz demisti. Onu sevdigimi bildiginden soylemis olsa gerek.


Son olarak; canlı izlemek istediğin ve ‘Ölmeden önce mutlaka o performansı seyretmem gerek!’ dediğin bir isim var  mı?

Sayisiz konsere gittim. Gormedigim grup ve sanatci kalmadi diyebilirim. Ancak Michael Bublé, The Chvrches, bu aralar gormek istediklerimden.


#helloyasmin


24 Ekim 2015 Cumartesi

Son Akşam Yemeği


              


 Leonardo Da Vinci “Son Akşam Yemeği” isimli resmini yapmayı düşündüğünde büyük bir güçlükle karşılaştı. İyiyi İsa’nın bedeninde, kötüyü de İsa’nın arkadaşı olan ve son akşam yemeğinde ona ihanet etmeye karar veren Yahuda’nın bedeninde tasvir etmek zorundaydı.
                Resmi yarım bırakarak bu iki kişiye model olarak kullanabileceği birilerini aramaya başladı. Bir gün bir koronun verdiği konser sırasında, korodakilerden birinin İsa tasvirine çok uyduğunu fark etti.
                Onu poz vermesi için atölyesine davet etti, sayısız taslak ve eskiz çizdi. Aradan üç yıl geçti, “Son Akşam Yemeği” neredeyse tamamlanmıştı. Ancak Leonardo Da Vinci henüz Yahuda için kullanacağı modeli bulamamıştı.
                Leonardo’nun çalıştığı kilisenin kardinali, resmi bir an önce bitirmesi için ressamı sıkıştırmaya başladı.
                Günlerce aradıktan sonra Leonardo vaktinden önce yaşlanmış genç bir adam buldu. Paçavralar içindeki bu adam sarhoşluktan kendinden geçmiş bir durumda kaldırım kenarına yığılmıştı. Leonardo yardımcılarına adamı güçlükle de olsa kiliseye taşımalarını söyledi. Çünkü artık taslak çizecek zamanı kalmamıştı.
                Kiliseye varınca yardımcılar adamı ayağa diktiler. Zavallı, başına gelenleri anlamamıştı. Leonardo adamın yüzünde görülen inançsızlığı, günahı, bencilliği resme geçiriyordu.
                Leonardo resmi bitirdiğinde o zamana kadar sarhoşluğun etkisinden kurtulmuş olan berduş gözlerini açtı ve harika duvar resmini gördü.
                Şaşkınlık ve hüzün dolu bir sesle şöyle dedi:
                “Ben bu resmi daha önce gördüm…”
                “Ne zaman?” diye sordu Leonardo Da Vinci o da şaşırmıştı…
                “Üç yıl önce…” dedi adam.
                “Elimde avucumda olanı kaybetmeden önce… O sıralarda bir koroda şarkı söylüyordum. Pek çok hayalim vardı. Bir ressam beni İsa’nın yüzü için modellik yapmam için davet etmişti.”
               
                İyi ve kötünün yüzü aynıdır…
                Her şey insanın yoluna ne zaman çıktıklarına bağlıdır.  


                Bu enfes hikaye benim de sevdiğim yazarların başında gelen Paulo Coelho’ya ait.  

                 #bonjourasli







I am Hardwell





 3 Ekim’de İstanbul Küçükçiftlik Park’da Hardwell rüzgarı esti.

Ünlü dj’in United We Are dünya turnesi kapsamındaki duraklarından biri de bu yıl İstanbul’du. Binlerce elektronik müzik severin akın ettiği konser, tam bir görsel ve işitsel show olmayı başardı desek, sanırım abartmış olmayız. Evet konsere giden birçok müzik sever Hardwell’i canlı dinlemenin haklı gururuyla ayrıldı alandan, ne de olsa o Dj Mag’in yaptığı oylama sonucu 2013 ve 2014 yılları anketlerinin 1 numaralı dj’i idi. Hadi gelin Hardwell’i biraz daha yakından tanıyalım ve İstanbul konserini mercek altına alalım…

Asıl adı Robbert van de Corput olan Henüz 27 yaşında, Hollandalı bir bebe kendisi. Küçükken büyüyünce ne olmak istiyorsun sorusunu Tiesto diye yanıtlıyormuşJ Yani tabi şaka bir yana Tiesto hayranlığını bir çok röportajında dile getiren ünlü dj’in ilk single çalışması da Tiesto iş birliğiyle hazırladığı Zero 76 isimli parçasıdır ve tam anlamıyla muh – te – şem – dir!
Asıl çıkışı 2012 Temmuz ayında çıktığı Tomorrowland sahnesinde yakalayan Haaaaardwell, daha sonrasında hit olacak setleriyle müzikseverlerden tam not olmayı başaracaktır.



Tüm bu beybifeysliği ve son yılların adından sıkça söz edilen dj’i olması bir yana ‘’seni birinci yaptırmayacağız…’’ diyecek kadar da bulunduğu yeri hak etmediğini düşünenler de olduğunu söyleyelim. Elbette olayı müzik evrenseldire bağlamak isterdim yalnız kalbimin sahiplerinin çok uzun bir süre daha Avici ve Martin Garrix olacağını söylemek zorundayım Hardoş, seni 3 hayırla uğurluyoruz bizimla değilsin!




 Dünyanın en iyi dj’i olma sıfatını hak ediyor mu hak etmiyor mu tartışaduralım, geçtiğimiz günlerde Küçükçiftlik park’ta verdiği konserle kendisi hakkında kafasında soru işaretleri olanları bile tavlamayı başardığını söyleyebiliriz. Konsere giden 10 arkadaşımdan 9’u konserin çok iyi olduğunu söyledi, bu da bana bir anketör gözüyle buraya istatiksel veriler girebilme hakkını veriyor nokta. Yani demek ki o dünyanın gerçekten en iyi dj’i. ehuehuehu




Bu da finalden. Koskoca Hardwell yahu, elinde Türk bayrağı, alandaki herkesin göğsü kabarmış, çığlık atan kızların sesi bir an kulaklarımda yankılandı, Ooo God!

Bilmeyenler için söyleyelim bu Hardwell’in İstanbuldaki 2. Konseri. İlkini geçen yıl Mayıs ayında yine Küçükçiftlik parkta verdi. İlk defa geldiğini sanıp rezil olmayın sağda solda.

















Benim en sevdiğim Hardwell parçası Apollo, peki ya sizin ki ne? Yorumlarınızı bekliyorum.

Diğer yazıda görüşmek üzere…    #helloyasmin






(Dipnot: #TOP100DJs 2015'in 1  numarası artık Dimitri Vegas & Like Mike)

Film Tavsiyesi: Ex Machina


KÜNYE
YAPIM : 2015 – ABD, İNGİLTERE
TÜR : BİLİM-KURGU, DRAM, GERİLİM
YÖNETMEN : ALEX GARLAND
OYUNCULAR : DOMHNALL GLEESON , ALİCİA VİKANDER, OSCAR ISAAC, COREY JOHNSON, CHELSEA Lİ
SENARYO : ALEX GARLAND
IMDB PUANI :  7/7

                Ex Machina bu yıl vizyona giren, oldukça büyük ses getiren ve beğenilen filmlerden. Genel olarak filmin konusuyla ve hikayeye başlangıcıyla ilk dakikadan itibaren seyirciyi içine çeken bir etkisi var. Öte yandan konuya ilgiliyseniz verdiği alt metin mesajlar ve barındırdığı mitolojik ögelerle de insanı cezbediyor.
                Filmin konusuna gelecek olursak; Googlevari bir şirkette düzenlenen bir yarışma neticesinde birinci olan arkadaşımız Caleb, şirketin sahibi ve filmin dahi çocuğu Oscar’ın dağın başındaki teknolojik evinde bir hafta geçirmekle ödüllendirilir. Tabi ev, ev değil bildiğimiz NASA’dan bozma bir teknoloji labirenti. Öncelikle büyük patron Oscar’ın dağın başında boş boş oturmadığını, burada işleri ilerletip robot teknolojisinde çığır aştığını öğreniyoruz. Caleb’dan da önemli bir konuda yardım istiyor. Basit bir Turing test!! Yani güzeller güzeli robotumuz Ava bir bilince sahip mi? Değil mi? Oscar,  Caleb’ın  Ava ile gerçekleştireceği görüşmelerle bunu test etmesini istiyor.


                Konu enteresan. Yapay zeka konulu filmlere göre bana kalırsa içinde bolca yenilik barındıran, bakış açısını farklı bir alana çeken bir senaryoya sahip. Zaten filmde en baştan itibaren sanat filmi tadında ilerliyor. Robotların aksiyon dolu maceralarından çok evrim, yapay zeka, robotların gelişimleri ile ilgili sohbetlerin içinde buluyorsunuz kendinizi. Aslında meraklıları için bence öğretici bir duruşu da var filmin. Mekan, oyuncular, diyalogların uzunluğu biraz ağır. Yani içinde yapay zeka, teknoloji  ve  robotlar geçiyor diye aksiyon dolu sahneler falan beklemeyin.
Ancak izlerken merak duygusunu film boyunca öyle bir işlemişler ki kesinlikle sıkılmıyorsunuz. Her sahnenin ardından merakla devamının gelmesini bekliyorsunuz. Son sahneye kadar izleyiciyi sıkmadan kendini izlettirmeyi biliyor. Bu yönüyle de meraklısına değil her kesime hitap eden bir havası var.
                Filmdeki diğer bir vurucu nokta da izleyici üzerinde yarattığı kuşku. İzlerken sürekli bir “acaba??” içine düşüyorsunuz.  Ava ve Oscar’ı izlerken sürekli bir diken üstünde olma durumu var film boyunca. İyi mi kötü mü karar veremiyor insan.  Bir iyi niyetinden şüphe etmediğimiz Caleb oluyor. Ancak onunla ilgili de farklı bir ikilemde kalıyorsunuz. O kısım daha bir kilitliyor ekrana.



 Tabi bana kalırsa bazı eksik noktalarda yok değil. İlk dakikadan itibaren sakin sakin ilerleyen film sonuç kısmına geldiğinde birden hızlanıyor. Ağır ağır izlerken birden paldır küldür finale varmışsınız gibi hissediyorsunuz. Sanki son biraz aceleye gelmiş gibi. Yönetmen izleyiciye fazla düşünecek fırsat vermemiş resmen.  Öte yandan senaryo da filmi izlerken kabul etmekte zorlanacağımızdan türden çelişkiler de var. Adam resmen dünyanın en büyük teknoloji firmasının sahibi bir milyarder, dağın başında bir robotla aynı evde kalıyorlar ve kendini koruma namına yaptığı tek şey kas yapmak olmuş resmen. Tabi bir de şöyle bir durumda var. Oscar film boyunca zekasıyla ortalığı inleten bir karakter. Adam kendi başına robot yapmış robot! Teknolojide dünyanın en zeki adamı ama yine de nasıl oluyorsa basit bir hamleyle oyuna geliyor. Çelişkinin daniskası! O kısım oldukça saçma gözüktü gözüme. Yani sistemden bu kadar iyi anlayan zeki bir adam nasıl oluyor da olacakları bile bile böyle oyuna geliyor anlamakta güçlük çekiyorsunuz resmen!
                Genel olarak zaman kaybı olmayacak izlemeye değer bir film Ex Machina. Sanatlog’da filmin içerisinde barındırılan mitolojik imgeler, yaratılış mitleri ile ilgili daha ayrıntılı ve doyurucu bir yazı da var. Bilimkurgu ve yapay zeka meraklılarının mutlaka okuması gerekli. Yazıya buradan ulaşabilirsiniz. http://www.sanatlog.com/manset/ex-machina-2015-alex-garland/
                Başka filmlerde tekrar görüşmek üzere                #bonjourasli